F A T İ H T E Z C E

Yükleniyor

SON DÜŞEN YAĞMUR DAMLASINA SELAM VEREN ŞAİR: HÜSEYİN ÇOLAK

blog__img

SON DÜŞEN YAĞMUR DAMLASINA SELAM VEREN ŞAİR: HÜSEYİN ÇOLAK

Kendi tanımıyla Hasan’ın ismi tasğir’i (Tasğir, Arapça küçültme demek) ve hüznü Yusuf’a benzeyen Hüseyin Çolak’ın kitabı Kıyıya Vuran’ı okumaya başladığımda içimdeki sessizlik heyecanlandı. Bu sessizlik bazen bir kuşun şiirlerinde kanatlarını çırpmasını, bazen bir çocuğun bedeninin kıyıya vurmasının müziksiz dalga sesini, bazen de çocukluğumuzun neşeli hallerini anımsattı. Dilinden emin, şiirini bilen, kelimelerini iyi tanıyan bir şairin şiirlerini okurken yaşantısını dağlarla paylaşan bir adamın heyecanını gördüm.

Tabiatın her halini ve hayatın tüm rengini şiirlerinde kullanan, maddeci dünyanın kapitalist bakışına entelektüel bir karşı çıkışla yeni bir bakış açısı kazandırmaya çalışan Hüseyin Çolak, yaşantısından yola çıkarak ve hayat süzgecinden geçirerek özenle seçtiği ilhamlarını iyi kullanarak kilim gibi şiirler dokumuş. Bize de kilim gibi d/okunan bu şiirleri d/okumak düştü.

Geçelim şiirlerimize…

“Yağmuru ölüler ve diriler arasında pay eden Tanrı” diyor şair. “Çiçeklerin başkaldırma mevsimine bahar diyorlar” ve “Bir okusan sessizliğimi şiir olur” (sayfa 9,10, Bazen Birini Seversin)  mısraları Şiire Giriş diye bir ders olsa ve okullarda okutulsa diyeceğimiz kadar güzel mısralar. Yine aynı şiirin “Ey kuşları görünmeyen mandallara tutturan”(sayfa 10) dizesi neden bu şiir bitiyor ki diye düşündürecek kadar derin düşünmemize vesile olan ayrı bir güzellik.

“Zihnimize iyi geliyor mezar taşlarını okumak” (sayfa 11, Köprü) dizesi geçmişimizi hatırlamamızı hatırlatıyor. Çocukken bize söylenen mezar taşlarını okursanız unutkan olursunuz efsanesi, bizi bizden ve geçmişimizden kopartmanın bir yöntemi olduğunu çocuk aklımızda anlamadığımızı bir şiir böyle anlatıyor. Yine aynı şiirin “Şark hizmetine saydılar sensizliğimi”( sayfa 12) ve “Bir köprü var biliyorum kendimden geçmek için” (sayfa 12) dizeleri de geçmişiyle köprü kurmak için insanın önce kendisiyle köprü kurmasının zorunlu olduğunu söylüyor.

“Kırılan yanlarımı onardım günahlarımın”(sayfa 13, Mazeret Putları) dizesinde insanın masumiyetini düşünüyoruz. Günahlarını tamir eden derviş görünümlü insanların aslında bu dünyanın günahlarını onarmaya giriştiğini düşünebiliriz. Dünya, ölmek için yaşayan insanın günahlarını onarma yeridir.

“Raylar gibi uzar yalnızlığı insanın” (sayfa 15, Dilsiz Yük) dizesi şiirin bir görevinin de insana yalnızlığını hatırlatmak olduğunu söylüyor bizce. Tren rayları gibi yol boyu uzayan yalnızlıktır aslında. İnsan sadece bu yalnızlığa uyar. Yalnız insan hüzünlü insandır.

“Demini alan deniz/Al bir utancın alnına değdi” (Sayfa 17, Suların Dili) mısralarında şair, hayatın içinde –belki de merkezinde- olan denizlerin insanları olgunlaştırmaya çalıştığını anlatıyor olabilir diye düşündüm. “Dem”, “al” ve “utanç” arasında da bir bağlantı kurulmuş. Buradaki utancı yüzün kızarması diye anlıyoruz ve ortaya kırmızı bir güzellik çıkıyor.

“Dünya denen ırmakta bir kez yıkandım” ve “Hangi dergâhın dervişiyim/Hangi kapının eşiği?” (sayfa 20, Derviş Günlüğü) mısraları arasında da mistik bir bağlantı kurulmuş. “Bir kez yıkanmak” güzel bir benzetme olmuş ve sanırım dünyaya gelişi anlatıyor. Ve yıkanmaktan kasıt da yaşamak olmalı. Bir önceki şiirle de aslında bir bağlantı kurmaya da çalışıyorum ve sonuca giderken şu soru ortaya çıkıyor: Aslında iki kez yıkanmak deseydi şair, ölüm gerçeğini mi hatırlatmış olacaktı?

“Bozuk bir saat gibi duvarda asılı kalsın/Senden başkasına akarsa kalbim” (sayfa 22, Sıratını Geçtim Yokluğunun) mısralarında şair insanlara dur ve dinle diyor olmalı. Belki de yazılmamış en güzel şiirin en çarpıcı mısralarını okuduk. Her şairin kendine has bir şiir tanımı vardır. Şiir nedir diye sorulursa eğer, şiir okuduğumuz bu iki mısra diyebiliriz.

“Akşam oluyor bir gemi ayrılınca limandan”, “Dalları kırılgan bir incir ağacı oluyor kalbim”, “Ağladıkça anlarmış insan ırmağın kaderini” mısraları kitabımızın 23.sayfasında bulunan Düşteki İşaretler şiirinden. Şair, şiir burada da devam ediyor diyor olmalı. Akşam, incir ağacı, ırmak bir tablo oluyor gözümüzün önünde birden beliren. Şair, şiirini yazmış ve okuyan da böylece nasiplenmiş.

“Dizleri toprağın göğsünde arınan” (sayfa 26, Sedef Sancısı) insanı insana tanıtıyor. Topraktan gelen insanın belki de bir dostudur toprak. İnsan topraktan yardım alarak ayakları üzerinde durmaya çalışıyor.

“Yarasını saklayan kuşlar var” ve “Bir camii avlusuna bıraktığım yaralar” (sayfa 32,Son Kibrit Çöpü) mısralarında ortak nokta yara kelimesi. İnsan yaralanınca kuşlar da yaralanıyor. Ancak yaraların merhemi camii avlusu olarak gösterilmiş ki adres doğrudur. Ayrıca cami avlusunda bir yara olacak kadar kabuk bağlayan neydi, çocukluğu mu insanın veya ileriye doğru besleyeceği özlemi mi, şaire sormak isterdim açıkçası?

“Büyük harfle yazılmak büyütmüyor insanı”(sayfa 34, Kıyıya Vuran) dizesi şiirin adıyla özdeşleşmiş. Ortaya Aylan Bebek çıkıyor, çok çabuk unuttuk değil mi, insanoğlu unutan bir varlıktır evet! Şiir mazlum insanlığı hatırlattı bize. Demokrasi getirmek isteyen ülkelere de bir gün demokrasinin getirilmesi duasıyla şöyle diyelim: İnsan yarasına rağmen büyümeye devam etmek ister.

“Bir terzi ömür biçiyor bize/ Eskimiş kumaşlardan” (sayfa 38, Dünya Lekesi) mısraları şiirin son iki mısraı. Güzel biten bu şiirin tamamı ayrı güzellikte diğer şiirler gibi... Dünya lekesinden nasibini alarak eskiyen kumaş gibi eskiyor insan bu şiirle.

“Acın çiçekler açıyor her baharda”, “Yalnızlık yasaklanmalı”, “Sızısı geçiyor da izi kalıyor yaraların”(sayfa 41, İncinmiş İmgeleri Var Bekleyişlerin) aynı şiirin farklı mısralarından. Acı, yalnızlık, yara kelimeleri arasında da sanırım şairin gözlemci olmasından kaynaklanan güzel bir bağlantı örneği gibi durdu karşımızda.

“Adım, adının yanına sığınsa”(sayfa 43, Su Güzeli) dizesi gözlem hakkını bir daha kullanan şaire bazen bir sokağa, bazen bir bahara bazen de bir suskunluğa sığınma hakkı veriyor. Böyle ince düşünen insanların materyalist dünyada pek kabul görmediğini biliyoruz. Şair yalnız olana denir diyoruz.

“Uçurum yüklü merhabalardan” ve “Ezberimde değil harflerin sırrı” (Sayfa 52, Bir Selamla Talan Edilir Kalbim) şiirin farklı yerlerinden iki mısra. Uçurum ve Sır kelimeleri bu şiirde birbirini tamamlamış. Sır, yol sonuna gizlenmiş uçurumun kenarında kaybolan şairin cebindeki şiirleri olmalı.

“Yırtılan gömleğini sandıklarda saklayan”(sayfa 54,Gümüşten Bir Bahar” dizesiyle başlayan şiir, “Saçlarında gümüşten bir bahar” (sayfa 55) ile bitiyor. Anlamlı başlangıç ve anlamlı bir bitiş… Yırtılan Gömlek imgesiyle Hz. Yusuf’u anlatan şair bahar imgesiyle de kendini koruyan Yusuf’un sonsuz kurtuluşunu anlatmış. Dünyanın sandıkta saklanan nesneler bütünü olduğunu varsaymalıyız.

“Vakti hiçe sayan bir karanfil/ Kaybolurdu her akşam içimizde”(Sayfa 58, Gidişine Ağıt) dizeleri şairin bir bekleyişinin hüzünlü sonu olsa gerek. Bir otobüs terminalinde bekleyen akşam karanlığının kar yağdığındaki beyaz hüznü veya beyazımsı bir bekleyişin mısraları olsa gerek bu şiir.

“Takvimler ne işe yarar ki/ Mezar taşlarını çoğaltmaktan başka”( sayfa 62, Bahçemizdeki Çocuk) bir bekleyişin sonsuzluğa sonsuzca haykırışı olsa gerek. Bu bir çile midir, bir çaresizlik midir, ya da şiirin adı Bahçemizdeki Çocuk olduğundan, şairin yol boyunca gördüğü hayatların kaçınılmaz durağındaki çocukluğunun bekleyişi midir?

“Bir meslek bulmalıyım kendime/ Başka insanların acılarını çekmek kadar/ Geleceği parlak olsun” (Sayfa 66, Rim) Bu şiir kültür acısına dikkat çekiyor. Gazze bir kültürdür, çocuk bir kültürdür ve dedesinin kucağında şehit olan Gazzeli Rim kültürdür. Millet demenin öncelikle din bağı olduğunu biliyoruz. Şair, milletçe bir duruş göstermiş şiirinde.

“Kalbine dön demek kolay da/ adres kayıt alanında değil kalbi kimilerinin” ( sayfa 68, Susmak İnce İşçilik İster” mısraları bana İsmet Özel’in Of Not Being A Jew şiirini ve şiirdeki Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!” mısralarını hatırlattı. Burada şair, kalbini bulmaya çalışan insanlara ve şaire yardımcı olmaya çalışıyor.

“Anlamak yalnızlıktır diyordu Rilke”, “Bırak yara almadan geleyim gözlerinden”, “Kime sorsam dünyadan alacaklı” (sayfa 70-71) Parçalı Kırık şiirinden farklı üç mısra. Yalnızlık, yara, dünya kelimeleri arasında yine bir bağ kurulmuş. Yalnız yaşamaya alışmış yaralı insanlar dünyada iyileşemez.

“En çok da çocuklar bilir/Salıncak ipinde metastaz yapan yalnızlıkları”(sayfa 43, Enkazın İki Yüzü) mısralarıyla şair bize ipucu vermeye devam ediyor. Burada şiiri okuyan herkesin çocukluğuna bir gönderme var. Çocukluk ve salıncak ve yalnızlık… Salıncakta büyüyen yalnızlık, çocukluktur biraz da. Ancak yalnızlık da kalbe şifadır. Yalnız kaldığında dağa sığınan ve inzivada kendini bulan dervişler gibi yalnızız.

“Son düşen yağmur damlasına/ Selam veren bir adam gördüm/ Kırıldı yere yakın dallarım” (sayfa 75, Yarın yoktur Dalın Kırıldıysa) mısralarıyla şair “yarını olmamak” üzerine düşünmeye devam ediyor. Bu ne demektir, bunu şaire apaçık sormak isterdim açıkçası? Ancak, burada bir nahiflik de var; son düşen yağmur damlasına selam vermek bu dünyaya ait olmasa gerek…

“Doldursam kırbana bütün ırmakları/ Eski bir pencerede/ Heves gibi kırılan yağmurları” (sayfa 78, Sahipsiz Yara) mısraları şairin sonlara doğru genel tavrını anlatıyor. “Irmak, Mavi, gökyüzü, yağmur, kuşlar” gibi kelimeler şairin sıklıkla şiirlerinde başvurduğu kelimeler. Şair birkaç kelimeye bağlanmıştır böylece. Bu kelimeler şairin tekrarı değil, can simidi, umudu belki de kurtarıcısıdır. Birbirini tam anlayan ve tamamlayan şiirler kurulmuştur böylelikle. Eski bir pencere kenarında yağmuru izleyen çocukların ileride şair olacağı müjdesini veriyor şair şiirlerinde.

Şair Hüseyin Çolak’ın 40 şiirden oluşan kitabı Kıyıya Vuran, Kasım 2024’te Çıra Kültür etiketiyle çıktı. Bir diğer kitabı İyi İhtimaller ve şiirlerini okuduğumuz Ay Vakti, Türk Edebiyatı, Maarifhane gibi dergilerden tanıdığımız Hüseyin Çolak ıssız, sessiz, yaralı; ancak bu dünyaya şiirle seslenen ve şiirini bir reçete gibi sunan bir şair. Şiirlerini okurken gökyüzündeki kuşları bile ürkütmeyecek kadar ses tonunu çok iyi kullanabilen bir şairin kendi sesinden bizlere şiir okuduğunu sanabilirsiniz bu kitapla.

Son düşen yağmur damlasına selam veren şair Hüseyin Çolak’ı tebrik ederim.

 

Fatih TEZCE

13 Şubat 2025 Bafra

 

Sosyal Paylaşım