F A T İ H T E Z C E

Yükleniyor

İSTANBUL’A BAKMA DURAĞI: TURGUT AKÇA VE ŞEHİR YÜRÜYÜŞLERİ

blog__img

Samsun Alaçam doğumlu yazar Turgut Akça’nın Şehir Yürüyüşleri 2.kitabı. Daha önce de ilk kitabı Ayağını Yitiren Ayakkabı’yı okumuş ve o kitap hakkında da bir yazı kaleme almıştım. Hem o kitabın, hem anıların devamı niteliğindeki kitabımız 135 sayfa ve kitabın içinde on üç adet yazı var. Aslında on üç anı demeliyiz. Önsöz niyetine yazılan “ön/köz” yazısını da dâhil edersek kitabımızda on dört gezi yazısı var.

 

Önsöz yerine önköz demiş yazar. Bu benim hoşuma gitti açıkçası. Yanmaya baştan başlamış yazar ve yanmaya adanmış bir ömrün hayat hikâyesini kaleme almaya çalışmış. Yanmaya en uygun şehir, İstanbul olsa gerek…

 

Yıllar önce Beşir Ayvazoğlu’nun Altı Çizili Satırlar kitabını okuduktan sonra, okuduğum her kitabın bende bıraktığı heyecana ve yeni bilgiye göre bazı satırların altını çizmeye başlamıştım. Bayağıdır da dikkat ederim bu usule. Hatta okuduğum her kitabın son sayfasına da kitapla ilgili en az bir paragraf mutlaka yazarım. Turgut Akça’nın kitabında böyle olmadı. Çünkü sayfalar yetmedi notlarımı yazmaya. Ve böylece de bu yazı ortaya çıktı.

 

Turgut Akça kitabında bize sürekli bir şehir turu attırıyor. Bu şehir elbette ki İstanbul’dur. Divan şairi Nedim’in Bu şehr-i Sitanbul ki bî-misl ü behâdırdizesi geliyor aklımıza. Giriş yazısında bile tatlı bir İstanbul esintisi estiriyor yazar. Hayretle ve imrenerek okuyorum yazılanları. Bana tarihi bir semtin tarihi sokağından ya da bir sinema setinden tarihsel esintiler geliyor kitabı okudukça.

 

Yazar kitaptaki yolculuğuna Eyüp Sultan ilçesiyle başlamış. Bu yolculuğuna bizi de alıyor yazar. Bilenler için tekrar gitmiş gibi olsa da bilmeyenler için sanki oralara gitmiş gibi hissettiriyor okudukça. Eski Eyüp Sultan ilçesine özlem var yazarımızda. Aranılanı buluyor belki ama aradığını bulamıyor gibi de yazar. Yolculuklarına hayallerini de yanına alarak çıkan yazarımız emekliliğin tatlı yanlarından olan boş vaktini böylece anlamlandırıyor. İnancı ve yaşantısı gereği yazının merkezinde camiler ve dini mekânlar var. Bu bizim için ayrıca güzel. Modern Evliya Çelebi olma yolunda kendisine de muvaffakiyetler diliyorum.

 

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’i varsa Turgut Akça’nın da bir şehri olmuş diyebilirim. O şehir şüphesiz ki İstanbul’dur. Yazılarından anlıyoruz ki Turgut Akça sanki İstanbul için doğmuş. “Bir gezi rotası sunmak değil amacım. Bu şehir nasıl gezilir, bu şehirde nasıl yaşanır diye rehberlik etmek de haddime değil zaten.” Diyerek bu kitabı neden yazdığını da özetliyor yazarımız.

 

Büyükşehirde mahalle izlerini arıyor ve araştırıyor yazar. Bu koca şehirde ne kadar olabilirse o kadarı ile yetinmeye çalışıyor. Geçmişin izini adım adım takip ediyor ve mahalle kültürünü buldukça da çocuksu bir sevinç kaplıyor yazılarında. Turgut Akça adım adım anlatıyor bize İstanbul’u. Bazen biz de yoruluyoruz kitabın içinde yürümekten. Ancak o yorgunluğa rağmen yazar gibi gezdikçe biz de heyecanlanıyoruz. Yazar, heyecanını okuyucuna çok güzel aktarmış.

 

Tarihi bilgilerle yolumuzu aydınlatan Turgut Akça şiir dili ile anlatıyor İstanbul’u. İstanbul bir şehir; Medine gibi bir şehir. Çünkü sadece tabela şehri değil yaşanmışlıkların şehri, çağ açıp kapatan ömür şehri… İstanbul’u merkeze alarak aslında bizim şehirlerimizi anlatıyor yazar. Tüm şehirleri bize böyle yaşatıyor. Şam gibi, Bağdat gibi, Niğde gibi, Maraş gibi tüm şehirleri bizim gibi anlatıyor. Unutulmayacak bir kültür arşivi oluşturuyor böylece Turgut Akça. Yazarımız, okuyucunu karşısında kabul ederek anlatıyor kitabı. Şehrini anlatıyor. Şehirden çok daha fazlası olan İstanbul’u anlatıyor. Her yere tarih, her yer cami…

 

“Bunca köy bir araya gelmiş ama bir şehir oluşturamamış” sitemini not alıyoruz yazarın. İnsan sevdiğini eleştirirmiş. Turgut Akça İstanbul’u abartacak kadar seviyor ve yeni yerleşimleri de beğenmiyor ve köy olarak kalması gereken yerlerin çapsız büyüyerek modern kent (!) olmasını eleştiriyor. Bazı yerlerin köy olarak kalması da şehre dâhildir çünkü.

 

İstanbul’un birçok yerleşim yerinin kaynağını bize aktaran yazar aynı zamanda eski İstanbul ile yeni İstanbul’u kıyaslıyor. Eskiden şehir olan İstanbul artık kent! Yaşanmışlıklar geride kalmış, tahayyül eskide kalmış; mazi unutulmuş ve sıcak bir çayın etrafındaki halkalar dağılmış… Her yer apartman her yer beton… “Bu kadar çok köyden meydana gelip de toprağı saksılarda gördüğümüz bir başka şehir” diyerek özetliyor yazar bu şehri.

 

Kentsel ölüşüm demişti bir yazısında fotoğraf sanatçısı Agâh Öncül. Aklıma Agâh’ın o sözü geldi kitabı okurken. Turgut Akça da aynın kanaatte olmalı ki kentsel dönüşümlerin şehri nasıl öldürdüğünü yazmış kitabında. İçindeki yazma ve yürüme aşkını bir masal anlatıcısı gibi tane tane anlatıyor yazar. İçimizde diri olan heyecanı uyandırıyor. Güzel sözleriyle turuncu güneşleri utandırıyor, Marmara’yı nazlandırıyor, rüzgârları uyandırıyor. Kitabı okurken sanki bir belgesel izliyormuş gibi, sanki bir Mazlum Kiper belgesel seslendiriyormuş gibi yaşıyoruz şehri. Kitabı okudukça o muazzam sesi duyuyor; sesi duydukça kitabı okuyoruz. Yazarın İstanbul hatıraları bizim hatıralarımız oluyor artık.

 

Şehrin dokusuna zarar veren beton siluetlere ve gökdelenlere her yazıda ayrı itirazları var yazarın. Şehri daha çok insanlarıyla, camileriyle, közleriyle, sözleriyle ve mahalle kültürüyle tanımlama çalışıyor Turgut Akça. İstanbul’da Genç Olmak” isimli son yazısıyla bu şehirde nasıl yaşanması gerektiğinin ipuçlarını kendince veriyor okuyucuya. Bu şehrin sıradan bir şehir olmadığını anlıyoruz bu son ikazıyla…

 

Çıra Yayınlarından Mayıs 2025’te çıkan kitabı için önce yazarı Turgut Akça’yı, sonra da tarihe kaynaklık edecek bu kitabı yayınlayan Çıra Yayınevine bir okur olarak teşekkür ederim. Kitabın, yazarının ve İstanbul’un ömrü uzun olsun.

 

Fatih TEZCE

14 Ağustos 2025-Bafra

Sosyal Paylaşım