ADINI İKİ DENİZ ARASINA YAZDIRAN ŞAİR: MUSTAFA IŞIK

ADINI İKİ DENİZ ARASINA YAZDIRAN ŞAİR: MUSTAFA IŞIK
Acziyet Anatomisi (sayfa 7) şiiri ile başlıyoruz. İnsanın acizlik bildirisi gibi bu şiir… Şu mısra tek başına yürüyen insan gibi samimi: “ …onca kesik dalı / avuçlarımızda kaynatıp / gölge yapalım başımıza.” Ve insan bir gölge arayacak kadar da acizdir diyor şair.
Adından Öte Hayat ( sayfa 9) şirinde –kim olduğunu bulamadığımız ve muhtemelen hiç de bilemeyeceğimiz- Süveyla’ya sesleniyor şair: “ Yıldızları gökten düşürecek kadar / güzel olmasaydı gözlerin” ile başlayan bu şiir, “beni, gök/yüzü sinesine /annem sığdıracaktı” diye bitiyor. Yabancı ile başlayan şiir anne aile bitmiş. Anneden başkası yalan diye düşündük burada.
Akşamın Gecesi ( sayfa 12) şiirindeki “denizler dolusu zaman/ dururken heybende” mısraları hepimizin beklediği iki şeyin zaman ve deniz olduğunu söylüyor. Zamanın hiç geçmediği yer deniz. Yüzümüzün yorgunluğu olan deniz… Yorgunluk ve şair…
Al Fistanlıya Serenad (sayfa 14) şirinde
iki farklı zaman teke indirgenmiş: Yusuf ve Ferhat… Fakat bu defa dağları delen
Şirin olmuş. Ancak Şirin suları Yusuf için dolduruyor kuyulara. Sular
yükselecek ve Yusuf kuyulardan kurtulacak.
Dağın Ağlamaklı Hali (sayfa 18) şiirinde kendisini dağ yerine koyuyor şair. “Ayakta ölürüm dağ gibi” dizesi için yazılmış bir şiir bu. Tek dizelik bir destan gibi…
“Saçağa yakın olurdu kuşlar” (sayfa 20) dizesi, Delilik Dedikleri şiirinden. ”Güneşten önce doğan serçeler” de aynı şiirden. Kuşlar sizin kadar hür olmaktır hayalim ezgisini söyletiyor içimizden bu şiir bana. Bu şiirde insan kuşlara yaklaştırılmış. Kuş gibi hafif ve rahat olmalı diye anlıyoruz bu durumu. Göğe bakınca huzur bulmalı insan…
“Uğruna eylüllere gittiğim” (sayfa 23), dizesi Denize Selam Duran (sayfa 22) şiirinin dizesi. Eylül şairlerin her şeyi… Eylül’ü kullanmayan şair yoktur. Eylül her şiire de yakışıyor doğrusu.
Derviş Dirisi (sayfa 24) şöyle bitmiş: “şu testerenin kırık dişleri/ öpebilecek mi gözlerimi” (sayfa 25) Testerenin gözlerimizi öpmesi nasıl olacak, nasıl olmalı? Eylüllere giden şairler, gözyaşları ve hüzünlerini testerelerin dişlerinden mi öğütüyorlar acaba? Şairler, hissiz dünyanın hisli canlıları…
“Dileğimi Öpmeli Rüzgâr” şiiri (sayfa 28) şöyle bitiyor: “seni /bir dilenci soluğundan/ çalabilirim artık.” Ne kadar da ince bir düşünce… Şair, rüzgâra sahip çıkıyor, rüzgârların sokaklarda başıboş gezmesine şairin gönlü razı olmuyor. Belki de başıboş gezen rüzgârlar değil de şairin kendisidir, kim bilir...
Dünya Hengâmesi (sayfa 32) şiirinde şair şöyle diyor: “leylası hiç olmamış mecnun’un”. Dünya hengâmesini daha nasıl özetleyebilirsiniz ki? Şair özetlemiş işte. Dünya demek Leyla demek, dünya demek Mecnun demek…
Ecel Vakti Üveyiği şiirinde “toplanıp
toplanıp üstümüze gelen/ bulutların yurdu neresi, süveyla” (sayfa 32) diye
sorarak aklımızı yokluyor şair. Aklımızın ve kendimizin yerinde olmasını
sağlıyor şiir. Bulutlara masal okuyan, bulutlara resim çizen, bulutlara şiir
yazan insanlar var. Bulutlar, şairlerin sırdaşı…
“suların en güzeli/ seni topuğundan öpmüştür” (sayfa 41) Geçmiş Zaman şiirinden… Bu mısra bizim için bir hayali yaşatıyor. Bulutlara serenat yapan şair bu şiirle de sarsmaya devam ediyor. Su ve güzel kavramları birbirine yakışan ve birbirini tamamlayan iki güzel şey... İnsan ve güzel kavramları gibi… İnsanın adı olan su ya da insanın aslı olan su…
İnsan bazen gider, insan bazen gitmeli de. Şair, Gitme isimli şiirinde gitmeyi şöyle özetlemiş: “gidiyorsun/ gitmek ölmeye yatmaktır/…/ kirpiğin ucunu/ acemi bir terziye kestirmektir.” (sayfa 42) Gitmek gözyaşı demek isteyip de diyememek yine şairlerin işi…
“yılan mağarayı topuktan ısırır” (sayfa 51) İnce Uzaklar şiirinden… Güzel bir anlatım… Bir romanın ilk cümlesi gibi… Uzaklardan gelen özlenen birisinin ilk karşılanması gibi heyecanlı…
“karşı dalda bir kuş/ bağdaş dursa güneşe” ( sayfa 53) mısraları Karşı Dalda Birkaç Kuş şirininden akılda kalanlar… Şair burada da beklemeye devam ediyor. Bir güzel evin bir güzel kapısında beklemeye devam ediyor şair.
“gönlüm ki bir kayanın dibinde/ ince tenhalığa kıvrılırdı” (sayfa 60) Kovgun şiirinin son iki dizeleri. Bitişin en nazik hali… Sonun anlatabilecek en derin hali…
“bebeğin ilk uzun kelimesi adın” dizesi (sayfa 68) Resmindir Süveyla şiirini tek başına sırtlayan dize olmuş. Bebeklerin/ çocukların ilk defa konuştuklarında duydukları/ yaşadıkları aşk, şairin kendi adını maşukundan duyması kadar heyecan verici…
“sevgili, kalbimdeki yaradan/ avuçla verecektim sana” (sayfa 71) Serçeler de Gitti şiirinden… Serçeler gözyaşı dökerse ölürmüş. Serçeler çok severse gözyaşı dökermiş. Serçeler gittiğinde şairin avuçlarında kalbindekiler kalıyor. Bu durumunu kimlerle paylaşmalı şair? Şairlerin kalbindekileri paylaşacak serçeler kaldı mı bu modern dünyada?
“tüm kelebeklerin payına/ biraz ölüm biçilirdi” ( sayfa 73) Sessizlik şiirinden… Serçeden kelebeklere geçmiş şair. Ömür kısa olan iki canlı… Ve sessizlik… Ömrü kısa olan canlılar sessizce giderler bu dünyadan. Sessizlik içinde sessizliği yaşamak da şairin şiarı olsa gerek…
“adımı iki deniz arasına yazdım” (sayfa 76) dizesiyle bitiyor Suskunluk Vakti şiiri. Sessizlikten suskunluğa geçiş yapmış şair. Denizler, suskunluğun limanı olsa gerek… Deniz, şairlerin kaçış rampası…
“sana gelmek soğuktan kutsaldı” ve “denizi sırtlar sana gelirdim” (sayfa 85) Tamara’ya Selam şiirinin iki farklı dizeleri. Şair kutsal yolcuğunu ne için yapabileceğinin adresini vermiş. Aklımıza İsmet Özel’in şu mısraları geliyor:” hâlbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti?”
“yenildiği toprağı ayağıyla tepen atlar” (sayfa 94) Umut Bitince Gece şiirinden… Gidenleri/kalanları/gitmeleri hatırlıyoruz bu şiiri okurken. Yerleşik hayata geçemeyen şairin yaşamı gibi…
“gölgeye sığınmış yaralı bir at gibi/ sahibimin kırık kapısını arıyordum” (sayfa 96) Urartu Hatırası şiirinden… Şair burada aradığı gönlü bulmaya yeltenmiş gibi görünüyor. Gönlün sahibi kimdir, gönlü bedeninde taşıyan mı, yoksa o bedende o gönlü taşıtan mı? Cevabı da aynı şiirin şu dizesinde saklı olmalı: “ bir elma için cenneti sevdim/ biraz zeytinde kapkara gözlerini.”
Şair şiirlerinde sanki bağdaş kurmuş da karşısında birileri varmış gibi anlatıyor hayatı. Öğüt vermekten kaçınıyor, daha çok tecrübelerini anlatıyor okuyucuna. Sevdiğimiz bir lezzetin ağzımızda bıraktığı o güzel tat gibi bu şiirler. 110 sayfalık kitapta 49 şiir var. Cümleler ne uzun ne de kısa. Akıcı ve sade şiirler. Bir tutam nefes gibi şiirler. Yemeğin tuzu gibi kararında şiirler. Şiirler artist gibi poz vermiş; ancak bu artistlik kibirden değil, içten ve samimi duruştan. Şair duruşundan…
Sizlerin de dikkatini çektiğini düşünüyorum; tırnak içine aldığımız mısralar kitapta da küçük harfle başladığından ben de sözlerin aslına sadık kalma adına özel isim dahi olsa küçük harflerle başlayarak yazdım. Mustafa Işık kendince bu yazım yöntemini tercih etmiş. Ancak bu hassasiyeti şiir başlıklarında görmezden geldim ve mısralardan farklı olsun diye –şiir adı belli olsun diye- şiir adlarını büyük harfle başlayarak yazdım.
İbrişim Yayınlarından çıkmış kitap. Nisan 2017, 1.baskı tarihi. Ancak ben Eylül 2019 tarihli genişletilmiş 2.baskısını okumuş bulundum. 2.baskı yapmasına şaşırmamak lazım kitabın. Şiirler kıvamında, şiirler kibar, şiirler nahif… Yolcunun yolda kalınca üzülmemesi gibi… Şiirleri okudukça yolda kaldık. Çıkamıyoruz şiir yolundan. Her bir şiir diğer şiire yol oldu. Son cümle; bu şiirler çok güzel…
Fatih
TEZCE
29
Mayıs 2024-Bafra